5 Haziran 2012 Salı

BİYOLOJİK SAAT

BİYOLOJİK SAAT
Binlerce yıl önce, bugünkü saat sisteminin henüz keşfedilmediği zamanlarda, insanoğlunun kullandığı bir saat sistemi vardı. Biyolojik saat..
Beslenmek, uyumak, uyanmak, avlanmak vs. tüm günlük yaşam düzeni biyolojik saate göre belirlenirdi. Yüzyıllar sonra biyolojik saatin de yönetildiği bir merkezin var olduğu keşfedildi. Biyolojik saati düzenleyen bu merkez, beynin içinde, orta alt bölgesinde bulunan ve 20.000 sinir hücresinden meydana gelen bir merkezdir.
Suprakiazmatik çekirdek adı verilen bu merkez, göz sinirlerinin birbirini çapraz geçtiği bölgenin hemen üstünde yer almaktadır. Suprakiazmatik çekirdek, gözden gelen bilgileri doğrudan almaktadır. Işık sinyalleri, bu merkezin etkin duruma geçmesinde önemli bir role sahiptir. Gün ışığını algılayan sinirler, algıladığı bu bilgiyi suprakiazmatik çekirdek isimli merkeze iletmek suretiyle kişinin uyanmasını sağlar. Suprakiazmatik çekirdek 1 santimetreküp ün dörtte biri oranında bir alanı kaplar.
Yeni doğan bebeklerde suprakiazmatik çekirdek isimli merkez gelişmediği için, bebeklerin vücut işlevlerinde belirgin bir ritim bulunmaz. Çok yaşlı insanlarda ise bu çekirdekteki sinirlerin ölmesi durumuna bağlantılı olarak biyolojik saat bozulmaya başlar. Suprakiazmatik çekirdeğe ait hücreler belirli bir ritme sahiptir. Bu hücreler, beyinden çıkartılıp laboratuvar ortamında yetiştirilseler dahi, 24 saate bir tekrarlanan ritmik işlevlerini kaybetmezler.
Suprakiazmatik çekirdeğe ait bu hücreler, gözlerin dibinde bulunan çok özel hücrelerden sinyal almaktadır. Son yıllarda keşfedilmiş olan bu hücrelere melanopsin ganglion hücreleri adı verilir. Bu hücreler parlaklığı algılayarak, bedendeki kimyasal olayların 24 saatlik ritmini ayarlamaya yardım eder. Son yıllarda bulunmuş olan ve orfanin adı verilen bir molekül, ışığın suprakiazmatik çekirdek üzerindeki uyarıcı etkisini baskılıyor. Beden saatini düzenleyen en üst merkez olan suprakiazmatik çekirdekten başka, kendi biyolojik saati olan yüzlerce sistem daha mevcut.

2 Haziran 2012 Cumartesi

KUTUPLARDAKİ RENK ŞÖLENİ AURORALAR

                                                       AURORALAR
Oldukça kısa sürecek olan bu yaz mevsiminde, güneş donmuş toprakları eritir, doğanın ve tüm canlılığın yeşerebilmesine olanak tanır. Bu soğuk toprakların yaşam döngüsünü sağlayan güneşin gücü, bir başka harikuladelik daha yaratır gökyüzünde. Gezegenin yalnızca kutup bölgelerinde yaşanan bir atmosferik şölendir bu: Aurora Borealis… Ya da Kuzey Işıkları’nın olağanüstü dans gösterisi… Gökyüzündeki bu inanılmaz renk ve ışık gösterisini seyredebilenler, asla unutulmayacak bir deneyimi yaşamış olduklarını daha o anda fark ederler.
Güneşteki fırtınaların sebep olduğu manyetik akımlar dünyanın kutup bölgelerinde sıra dışı ışık gösterilerine neden oluyor. Kuzey kutup dairesi çevresinde, özellikle Baltık ülkelerinde görülen bu ışık şöleni, Aurora Borealis olarak adlandırılıyor. Romalıların şafak tanrıçası Aurora’nın adıyla Latince’de Kuzey rüzgarı anlamına gelen Boreas sözcüklerinin birleşimiyle anılan ve gerçekten de bir tanrıçanın güzelliği kadar etkileyici olan bu doğa olayına tanıklık edebilmek için binlerce kilometre yol kat eden insanlar, her yıl belli mevsimlerde kuzey ülkelerinde toplanıyor. Aynı olay Güney Kutbu’nda da yaşanıyor ve Aurora Australis (Güney Işıkları) olarak biliniyor.
Kuzey Işıkları, güneşte meydana gelen patlamalar sonucu oluşan manyetik fırtınanın oluşturduğu solar rüzgarların taşıdığı elektronların, dünya atmosferiyle etkileşime geçerek oluşturduğu manyetik alanların görüntüsüne verilen isim. Solar rüzgarlar, güneşten yaklaşık saatte 1 milyon mil hızla uzaklaşırlar. Ve güneşten ayrıldıktan 40 saat sonra, yeryüzü çekirdeğinin ürettiği manyetik güç çizgilerini izleyerek dünyanın çevresini saran manyetik zırha yani manyosfere girerler. Bu manyetik alan, gözyaşı damlası biçiminde ve oldukça yüksek oranlarda yüklü elektrik ve manyetik alanlar bölgesidir. Yeryüzü atmosferinin en üst tabakasına girmiş olan elektronlar, atmosferde bulunan oksijen ve nitrojen atomlarıyla çarpıştıklarında aurora olayı gerçekleşir. Aurora’nın rengi, hangi atomla çarpıştığına ve bu çarpışmanın gerçekleştiği yüksekliğe bağlıdır. Oksijenle çarpışan elektronlar yeşil ve kırmızı renkli auroraları, nitrojenle çarpışanlar ise mavi ve mor renkli auroraları oluşturur

13 Mayıs 2012 Pazar

DENİZ NEDEN MAVİDİR?

deniz neden mavidir? Su renksiz ve saydam ve bir sıvıdır. Ancak beyaz renkteki bir küvete veya havuza doldurulan Suyun aldığı renkten de görüldüğü gibi, kalın tabakalar halinde yeşil-mavi bir renk alır.
Denizin mavi renginin sebebi, gökyüzünün renginin mavi olmasıyla aynıdır ama sanıldığı gibi gökyüzünün maviliğini yansıttığı için deniz mavi renkte görülmez. Aslında atmosferde mevcut, Azot, Oksijen, Karbondioksit gibi bütün Gazlar deniz suyunda da bol miktarda bulunurlar.
Deniz Suyunun rengi Su moleküllerinin ışığı emiş ve yansıtış özelliklerine bağlıdır. Beyaz ışık dediğimiz güneş ışığında bütün renkler vardır. Deniz Suyu molekülleri aynen atmosferde olduğu gibi, bu ışığın dağılımındaki kırmızı tarafındakileri emerler, mor tarafındakileri yansıtırlar. Deniz de bu nedenle mavi renkte görünür.
Ne var ki denizin rengi her yerde aynı değildir. Çeşitli yerlerde parlak mavi, koyu mavi, yeşil, turkuvaz hatta kırmızımsı renkler alır. Bu farklılıkları suyun sıcaklığı, derinliği, içinde yaşayan Canlılar, dip tabiatı, Tuz oranı gibi etkenler yaratırlar. Burada güneş ışığının atmosferde, bulutlarda tutulan miktarı da önemlidir.
Güneş ışığının neredeyse yarısı suyun bir metre derinliğinde soğurulmuş olur. On bir metreye varıldığında ise sadece onda birinin bu derinliğe ulaşabildiği görülür. 500 metreden sonra sadece fosforlu organizmaların biraz aydınlattıkları, mutlak karanlık hüküm sürer. Bu nedenle denizin renginde derinlik de önemli bir faktördür.
Karadaki yaşam gibi denizdeki yaşam da yeşil Bitkilerin Fotosentez yapabilmelerine bağlıdır. Bu enerjiyi güneş ışığı sağlar, dolayısıyla güneş ışığı denizdeki bitkilerin dağılımında belirleyici rol oynar.
Karaların kenarlarında yer alan az eğilimli kıta.sahanlığı bir bakıma karaların uzantısıdır. Bu bölge kara kökenli bitkilerin yığılma alanıdır. Bu Bitkiler su içinde bile olsalar klorofil üretirler. Klorofil de en çok kırmızı ve maviyi emerken yeşil rengi yansıtır. Bu nedenle denizde derin yerler daha koyu mavi iken kıyıya yaklaştıkça renk biraz yeşile dönüşür.
Deniz suyunun rengi ve berraklığı ısıdan da etkilenir. Genel kanının aksine Sıcak sularda hayat daha azdır. Soğuk sularda yaşam için önemli olan Oksijen ve karbondioksit gazları daha fazladır. Su molekülleri de soğuk Suda daha yavaş hareket ettiklerinden bu Gazların suyun içinde çözülmüş olarak daha rahat kalmalarını sağlarlar.
Çürüyen bitkilerle birlikte deniz altındaki gıda zincirini oluşturan fotoplankton denilen su altı Bitkileri ve zooplankton denilen küçük Canlıların bol miktarda bulunması sonucu soğuk suların daha karanlık ve kasvetli görünümü oluşur.
Sıcak tropik sularda ise mercan kayalıkları sayılmazsa mikroskobik Canlılar hemen hiç yoktur. Su daha saf ve temizdir. Bunun için de daha berrak ve mavi görünür. Tropik suların kıyılarının Cam göbeği rengi ise dipteki kum tabakasının sarı renginin, sıcak suların berrak mavi rengiyle karışması sonucu oluşur.
Deniz suyu ortalama olarak bir litresinde 35 gram tuz içerir. Kutup bölgeleri ve kapalı denizlerdeki ırmak ağızlarının yakınları bir yana bırakılırsa bu oran dünya genelinde büyük bir farklılık göstermez. Buna rağmen güneş ışığına bağlı olarak buharlaşma nedeniyle sıcak denizler biraz daha tuzludurlar. Ancak bu denizlerin daha mavi görünmelerinin ana sebebi tuz oranı değil sıcak olmalarıdır.
Kızıl rengi, Kızıl denizde kırmızı renkli yosunlar, Amerika'nın batı kıyılarında ise tek hücreli organizmalar yaratırlar. Denizlerin renklerinde deniz kirliliği de önemli bir etkendir.